Gümüşün Sessiz İsyanı.
Geçen gün ofiste arkadaşlarla haftalık değerlendirmemizi yaparken konu yine dönüp dolaşıp ekonomiye geldi.
Ama bu kez mesele, altın gibi, gümüş gibi, parlayan bir konuydu.
Yasin söze girdi:
“Mahir Bey, son dönemde özellikle gümüşteki yükselişi fark ettiniz mi?”
Gülümsedim. “Nasıl fark etmem Yasin? İki aydır her sohbet bu noktada bitiyor.”
Sonra ekledim:
“Piyasada para bollaştıkça, enflasyon arttıkça, faizler düşünce insanlar güvenli liman arıyor.
Altın ve gümüş yeniden sahneye çıktı çünkü kâğıt paranın güveni kalmadı.”
O sırada Janset dayanamadı:
“Evet ama gümüşü altından farklı kılan bir şey daha var,” dedi.
“Gümüş artık sadece yatırım aracı değil; sanayinin vazgeçilmez hammaddesi.
Güneş panellerinden askeri teknolojilere, yenilenebilir enerjiden otomotive kadar her şeyde kullanılıyor.
Hem çıkarılması da oldukça zor.”
Haklıydı. Başımı salladım.
“Doğru diyorsun,” dedim. “Ama işin bir başka boyutu daha var.
Bugün piyasada olmayan gümüş satılıyor.
Kâğıt üzerinde alınıp satılan gümüş miktarı, gerçek fiziki gümüşün neredeyse 40 katı.
Yani, büyük ölçekli imalat yapan gerçek gümüş sahipleri fiyatı bastırmak için adeta çırpınıyor.”
Baybars kaşlarını çattı:
“Babamın dediğine göre eskiden bir kilo altınla 15 kilo gümüş alınabiliyormuş.
Şimdi 80 kilo alınıyor. Bu normal mi sizce?”
Bir süre düşündüm, sonra dedim ki:
“Hiç de normal değil, çünkü sistem normal değil.
Devletler deli gibi para basıyor. Dolar, euro, yen… Hepsi karşılıksız kâğıda dönmüş durumda.
Enflasyon tırmanıyor, borçlar kabarıyor, halkın sırtındaki yük ağırlaşıyor.
Paranın alım gücü eridikçe insanlar altına, gümüşe, hatta dijital paralara sığınıyor.
Ama unutmayın, sahne değişse de oyun aynı.”
Devrim merakla sordu:
“Ne oyunu?”
“Manipülasyonun oyunu,” dedim.
Yasin atladı:
“Evet, geçen konuştuğumuz konu…
Bir zamanlar devlet tahvilleri ‘güvenli liman’dı, şimdi o da kalmadı.
Küresel borç seviyesi 1929 Buhranı’nı aratmıyor.
Üsttekiler durumu gizlemeye çalışsa da, mızrak çuvala sığmıyor.”
Ben de devam ettim:
“Altın ve gümüş piyasaları kâğıt üzerinden kontrol ediliyor.
Sözde ‘sınırlı arz’ denilen dijital paralarda bile durum aynı.
Devlet isterse bir günde yüz yeni coin çıkarabilir.
Ya da bir ‘balina’ elindekini bir gecede satarsa, piyasa yerle bir olur.”
Yasin lafa girdi:
SatoshiNakamoto diye biri yokmuş, bir de “Trump’ın elindeki altınları satıp yarı fiyatına geri alacağı konuşuluyor.
İmalatında gümüş kullanan sanayi devleri de kâğıt gümüşü satarak fiyatı düşürmeye çalışıyorlar ama artık işe yaramıyor.
Çünkü fiziki talep artıyor. Gümüşü basamazsın, madenden çıkarırsın.”
Ben de ekledim:
“Gerçek metal kıtlaşıyor ama bankalar ‘kâğıt gümüş’ satarak ekranlarda fiyatı düşürüyor.
Yani yine aynı sahne, aynı oyun: güdümleme, yönlendirme, algı.”
Kısa bir sessizlik oldu. Devrim sordu:
“Peki, bu kadar borç, bu kadar balon… Nereye gidiyoruz?”
Pencereden dışarı, gri gökyüzüne baktım.
“Bugün dijital paralar, enerji krizleri, Hürmüz gerilimi, Ukrayna buğdayı derken tablo 1930’ları tehlikeli biçimde andırıyor,” dedim.
“O dönemde olduğu gibi sistemin fay hattı sessizce geriliyor.
Ve fay kırıldığında, mesele şu olacak:
Adaletin temeline mi oturacağız,
yoksa bizi borçla, ekranla, kâğıtla köleleştiren o mutlu azınlığın düzenine mi?”
Kısa bir duraksama oldu. Sonra herkes sessizce işine döndü.
Ama odadaki hava değişmişti.
Dünya bir dönüm noktasında.
Sahne değişiyor, ama oyun aynı kalıyor.
Kimin elinde ekran ve kimin elinde gerçek metal varsa, güç de onun elinde.
Halklar bir gün bu pastadan paylarını alır ya da artırır mı, bilinmez.
Ama şunu unutmayalım:
Bu çağda güveni, dışarıda değil, içimizde bulacağız.
Olaylar ve durumlar değişse de, onları nasıl yaşadığımız bizim elimizde.
Ve belki o gün geldiğinde anlayacağız ki,
hayat da tıpkı metaller gibi:
Altın kadar parlak, gümüş kadar değerli.
Sağlıcakla.
Mahir NAZLIER
Serbest Muhasebeci Mali Müşavir